Behzat Ç. Ankara'dır [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Behzat Ç. çirkinliğiyle, hırçınlığıyla,
griliğiyle, kollayıcılığıyla, mahcubiyeti ve içtenliğiyle benziyor
Ankara'ya. 'Sev ya da sevme ama her ne hissedersen hisset adam gibi
yaşa' diyor seyredenineMuhalife
tahammülsüzlüğün, demokrasinin ileri versiyonunda yaşandığı bir
ülkedeyiz. Aklı başında insanlar yıllardır demokratik sistemin en vasat
ilkelerini talep ederken, ne yazık ki ilerisiyle karşılaştı!
Tahammülsüzlük bir gün milliyetçi reflekslerde, ertesi gün
milliyetçiliğin tadı tuzu olan inanç baskısında gösteriyor kendisini.
“Herkes inancını özgürce yaşıyor” yalanını, dile getirenler dışında
ciddiye alan yok. İnancı yaşayabilmenin doğal sonucu olan “inançsızlığın
özgürce dile getirilebilmesi” ilkesi, Türkiye koşullarında giderek düşe
dönüşüyor. Hemen her kurum ve insan eyleminin bir de dini açıdan ele
alınmasına çok alıştı yurttaş. Herkesin, alkol yerine daha sağlıklı olan
meyveyi tercih ettiği, el ele tutuşmanın hemen ardından evlenip en az
üç çocuk yaptığı, birbirine saygılı ve uzlaşmacı (asla mücadeleci
değil!) insanların yaşadığı garip bir toprak parçasına dönüştürülmek
isteniyor ülke. 1930’ların kaynaşmış kitle düşü/ülküsünde alkol sorunu
yaşanmıyordu hiç olmazsa! Örneğin TV ’de sigara içenlerin sigarası
buzlanıyor ve istisnasız hepimiz aptal olduğumuz için oyuncuların
ellerindekinin ne olduğunu anlayamıyoruz tabii. Dizi karakterleri
evlendiriliyor, alkol tüketimleri hesaplanıyor, bakanlar vs. karakterler
ve senaryolar hakkında yorum yapıyor. Haber: Behzat Ç .’nin bir
bölümünde 17 dakika alkol kullanılmış! Kes cezayı. Birileri oturup
dakika hesaplıyor TV başında, kamu yönetimi adına ve kamunun iyiliği
için. TBMM inşaatında hangi şirkette çalıştığı dahi tespit edilemeyen
işçinin, göçen kaldırıma düşüp boğulduğu ülkede!
Peki bırakın
dizileri vs., TV ’deki ortalama bir tartışma programının dahi
pornografiden daha cüretkâr olduğu Türkiye ’de, neden üst düzey
siyasetçi ve bürokrat tayfası aklını fikrini akşam saat 22.00’den sonra
yayınlanan bir diziyle bozar?
İstanbul ’da olsaydı?Muhalif
olduğu, hikâye Ankara ’da geçtiği ve Behzat biraz da Ankara ’yı temsil
ettiği için olmasın tüm bunlar? En önemlisi içtenlik canlarını sıktığı
için, mesela?Hatırlayın, daha dizinin onuncu bölümünde
Behzat Bahar’a evlilik teklif etmiş, Bahar düşünmek için süre istemişti.
Düşündü ve kabul etmedi. “Mutsuz oluruz” dedi. Behzat, Bahar’a bakıp
“Mutlu olunacak diye bir kural yok ki, biz de mutsuz olalım, olmaz mı?”
diyerek yanıtlamıştı, Gençlik Parkı’nda. TV ’lerde pek alışmadığımız bir
diyalogdu bu. Öykü İstanbul ’da çekilseydi, Bahar o yanıtı verirdi de,
Behzat’tan duyamazdık Cemal Süreya dizelerini hatırlatan sözleri.
Haftalarca, dramatik oyunculukla anlamsız sözler sarf edip defalarca
sahilde buluşur ve birbirlerini yine/yeniden yanlış anlayıp uzun ve
sıkıcı hale dönüştürürlerdi hikâyeyi. Sonunda evlenir, üç çocuk yapar,
Balat kıyısındaki belediye tesisine gidip çoluk çocuk üzüm sularını
yudumlarlardı; arkada Galata Kulesi ile. Behzat’ta olmadı ama. Malum,
Cemal Süreya da Ankara ’dan geçmişti!
1980’den sonra, bir dönem
dışında (Karayalçın ve Kızılay’da salep içerek izlediğimiz metro inşaatı
dönemi!), kendisini sevmeyen yönetimlerin elinde acı çekti/çekiyor
Ankara . Ankaralının kaderi ise, İstanbul ’da yaşayanlarca küçümsenmek
oldu her zaman. Ankaralılar yaşamlarında en az bir kez, şaire atıfla,
Ankara ’nın en çok “ İstanbul ’a dönüşünün sevildiğini” işitmiştir.
İnsan evladının mizah duygusunda zirve noktası edasıyla aktarır
İstanbullu bu sözü, ki pek acıklıdır. Oysa bir mekânı sevmek için
orasının İstanbul olması şart değil. Bizlere bu şehri sevdiren, biraz
anılarımız ve belki de biraz, şehrimizin çocuksu ciddiyeti. Zaman zaman
elini nereye koyacağını bilemiyor olması, mahcubiyeti ve ne olursa
olsun, içtenliği, samimiyeti. Behzat gibi.
Manzara olmayıncaBehzat
ve diğer karakterler, Ankara ’nın ta kendisi. Ankara ’da yaşıyor
olmaktan hoşnutlar; çirkinler, savruklar, kaba sabalar ama iyi insanlar
ve hatta Behzat, farkında olmasa da “biraz” solcu. Polise benziyorlar.
İstanbul ’dakiler gibi üçgen vücutlu ve mecbur kalmadıkça AB ’ye uyumlu
değiller. Eğer siyasi büroda çalışıyor olsalardı bu adamlar, midemiz
bulanacaktı hiç kuşku yok ama “cinayette”ler işte. Gecekondu benzeri
salaş dairelerde yaşıyorlar. Yüzleri pudrasız, kıyafetleri kendileri
kadar sıradan. Birbirlerini seviyorlar ama kabalıklarından ödün
vermeden. Görüntü geçişlerinde gösterilen, Ulus, Kızılay, Atakule. Kız
Kulesi ya da Ayasofya manzarası gözüne sokulmayınca seyredenin, geriye
kişileri “görmek” kalıyor. İstanbul dizilerindeki gibi şehrin tüm
yoksulları deniz kenarında çay kahve içip Arnavutköy, Balat kıyısında
buluşmuyor. Yoksullar, yoksula benziyor ve öyle yaşıyor. Behzat tüm
sorunlarına, hırçınlığına rağmen, inatla iyi adam. Uyandırdığı
kızgınlığın hemen ardından hüznü de yaşatıyor insana; eninde sonunda
sevdiriyor kendisini, Ankara gibi. Gökçek’in oynasın diye oğluna aldığı
takımı değil, Alkaralar’ı seçmiş taraftarlık için mesela. Uzun
repliklere, ağdalı sözlere tenezzül etmiyor, kendisini beğendirme
kaygısı da yok. İster sev ister sevme, umrunda değil. Ama sevdiğiyle
mutsuzluğa razı, mutsuz etmeye de. Bahar’ı severken de, Esra’yı severken
de. Poz yapıp sürekli kendisini anlatmıyor başkalarına, acılarından söz
etmiyor. Her ne yaşıyorsa, biz onun yüzündeki çizgiden, şişeyi
tutuşundan ya da nadir utangaç gülümsemesinden anlıyoruz. Uzunca anlatıp
bizi sıkmıyor, kendisiyle meşgul etmiyor insanları. Bu yüzden de herkes
onunla meşgul olmanın kıymetini biliyor. Bahzat’ın değeri, kibirlenecek
bir şeyi olmamasında.
İçtenlik batıyorBehzat
çirkinliğiyle, hırçınlığıyla, griliğiyle, kollayıcılığıyla, mahcubiyeti
ve içtenliğiyle benziyor Ankara ’ya. Sev ya da sevme, ama her ne
hissedersen hisset adam gibi yaşa diyor seyredenine, başkasına yük
olmadan. Çirkinsen çirkinliğini bil, o çirkinliği sevmeyi öğren. Mutlu
olur ya da olmazsın, şart değil. Varsın Boğaz olmasın, bir iki siluetten
mahrum kal. Anı biriktirmek için Kız Kulesi şart mıdır? “Değil” diyor;
ağırbaşlı, kederli ve içten Behzat! Yahya Kemâl’e yüz vermiyor;
Yenişehir’de sıcak bir öğle üzeri geçirilen zamanın kıymetini
bilenlerden. Ankaralı gibi.
Ve işte bu yüzden de,
sevilmedi/sevilmiyor Ankara ’nın yabancısı tarafından. Batıyor bu
içtenlik, rahatsız ediyor bizim “dimokratları”. Üzüm yesin, tıraş olsun,
ütülü pantolon giyip muntazam bıyık bıraksın istiyorlar. Tabii bir de
küfretmesin! Terbiyeye en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...
RADİKAL - MURAT SEVİNÇ