Delilik kanımda var [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.] Erdal Beşikçioğlu, yılların tiyatro sanatçısı... Ama
Türkiye onu Behzat Ç. dizisiyle tanıdı. Dizi fenomen haline gelirken,
onun temposu da yoğunlaştı. Set ile sahne arasında mekik dokuyor. Devlet
Tiyatroları’nda kapalı gişe oynadığı “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile
zaman zaman turneye de gidiyor. Şu sıralar ise birbirinden farklı iki
heyecan yaşıyor; Biri, Kasım ayında dünyaya gelecek oğlu, diğeri genel
sanat yönetmenliğini yaptığı StüdyoCer. Beşikçioğlu ile geride
bıraktığımız hafta, yönetmenliğini yaptığı “Hayvan Çiftliği” adlı oyun
öncesi CerModern’de buluştuk...Oyunculuk mecburiyetten başlamıştı, kara sevdaya dönüştüNeden konservatuvarda okumak istediniz, bu bilinçli bir tercih miydi?Bilinçi bir tercih değildi. O yaşlarda konservatuvar ne, tiyatro ne, bunların fevkine varamıyorsunuz.
O zamana kadar tiyatroya gitmiş miydiniz?Hayır.
Açıkçası ben, hiçbir yeri kazanamayınca, askerliği de er olarak
yapmamak için, böyle bir okulun varolduğunu öğrenip o kafayla başvurdum.
İlk sene 9 Eylül’ün sınavına girmiştim, almadılar beni. Sonraki sene
yeniden sınava girdim, kazandım ve oyunculuk maceramız da başladı.
Kazanamasaydınız “B planı”nız var mıydı?Yoktu, onu istedim ve yaptım. İlk başta mecburiyetten başlamış bir sevdaydı, sonra kara sevdaya dönüştü.
Çok çalışarak iyi oyuncu olunabilir mi?Oyuncunun
çalışması, masa başı çalışma gibi değildir. Sen benim yanımda soluk
alıp verirken, ben seni görmeden, bütün hal ve hareketlerini -örneğin şu
anda masanın altında bacağını nasıl salladığını- hissedebiliyorum.
Böyle bir çalışmadan, yani algıları açmaktan bahsediyorum. Yetenek öyle
“hadi” değil yani, yıllarca üstüne koya koya geliştirdiğiniz, kendinize
ait bir metotdan kaynaklı bir durum. Sevgiyle ilgili...
Birçok oyuncu, “çok sevmesen yapılacak bir iş değil” der. Sizce de öyle mi?Öyle
tabii. Düşünsenize ben 2 metrekarelik bir karavanda Ankara’nın her
yerini dolaşıyorum bütün gün... Karanlık bir ortamda gece gündüz prova
yapıyorsunuz. Teninizin rengi değişir, tiyatro provalarına girdiğiniz
zaman. İki ay boyunca o karanlık odadan çıkmaz, “Bir karakter
yaratacağım” diye mücadele eder durursunuz. İlk çalıştığım Diyarbakır’ın
ortamı farklıydı, biz de tiyatroya sarıldık.
Diyarbakır’da dış dünyaya kapalıydık garantisi olmayan bir kentte sanat yaptıkKonservatuvardan mezun olduktan sonra neden tercihiniz Diyarbakır Devlet Tiyatrosu oldu?Hiç
sormadım... Bize “3 hakkınız var, tercih yapın” dediler, Diyarbakır
benim için ilk sıradaydı. Orada olan arkadaşlarım yüzünden de bu tercihi
yapmış olabilirim. Diğer tarafta kendimi yalnız hissedeceğim korkusu da
olabilir. Ama Diyarbakır’da da çok ciddi bir terör durumu vardı. Zor
zamanlardı, ama bir o kadar da faydalı. Işıl Kasapoğlu gelmişti. Biz
okuldan daha yeni mezun olmuş çocuklarla beraber,
4-5 Shakespeare sahneye koydu ki, oyunculuk için iyi çalışmalardı.
Shakespeare eserlerine ilgi oldu mu?Kapalı
gişe oynadık... Kadroyu da söyleyeyim; Tülay Günal Çimenser, ben,
Yetkin Dikinciler, Erkan Petekkaya... Bayağı isimler vardı. O yüzden
enteresan dönemdi. Diyarbakır’a büyük fayda sağladığımıza, Diyarbakır’ın
da bizim üzerimizde büyük faydası olduğuna inanıyorum.
Ne kadar kaldınız?Dört yıl. Daha sonra askere gittim, sonra da Ankara.
Diyarbakır’da tiyatro dışında aklınızda neler kaldı?Yok...
Biz tamamıyla kendimizi dış yaşama kapatmıştık. Başka türlü olmazdı,
aklınızı yitirebilirsiniz. Çünkü her köşeyi döndüğünüzde bir şey
olabilir, her binanın önünden geçtiğinizde ya da çöp tenekesinin
yanından yürürken bir şey olabilir. Garantisi olmayan bir kentte sanat
yaptık.
Hayal ettiğim bir şeyi gerçekleştirmek için inat ederim ve o konuda kimseyi dinlememBabanızın
işi nedeniyle farklı şehirlerde yaşadığınızdan mahalle, çocukluk
arkadaşlarınız olmadığını söylüyorsunuz. Bu hayatınızda nasıl bir
eksikliğe yol açtı?Eksiklik olarak görmek istemiyorum onu ben. Eğer bir tarafınız yoksa, başka bir tarafınız daha fazla gelişir.
Sizin hangi tarafınız gelişti?Ayaklarımın
üzerinde durmayı öğrendim. Ama mahalle arkadaşlarım olsaydı, bireysel
olarak belki daha az savaş verebilirdim. Takım halinde top
oynayabilirdik, bilmiyorum. Olmadığı zaman, “olabilir miydi acaba” demek
tuhaf.
Babanız Karadenizli, anneniz Arnavut.
Ailenizden “inatçılık” dışında aldığınız başka bir özellik var mı?Başladığım
işi bitirmeyi seviyorum. Ne zaman programlı davranmak istesem, her daim
bu programı bozacak bir şeyler çıkıyor ve bu beni deli ediyor... Nasıl
diyeyim, sanırım delilikle ilgili bir problemimiz var, kanla ilgili bir
problem var yani!
“Göbek adım inat” diyorsunuz. Çalışırken de inat ettiğiniz şeyler oluyor mu?Var
tabii, hayal ettiğim bir şeyi sonuna kadar gerçekleştirmek için inat
ederim. O konuda da kimseyi dinlemem. Kötü olacaksa da benimle, iyi
olacaksa da benimle yani.
Gözümü karartıp haksızlığın üzerine gidiyorum...Behzat Ç.’yi siz anlatır mısınız, nasıl biri?Öyle
zor bir soru ki, “Bana Behzat Ç.’yi anlat” demek. “Kendini anlat” demek
gibi bir şey aslında. Üç yıl boyunca “Acaba o harfi nasıl söyler,
bunları nasıl yapar” diye düşündüğüm için benden birisi gibi oldu artık
Behzat Ç.
Neden sürekli siyah deri ceket giyiyor?
Düşünsenize 15 farklı sahne çekiyorsunuz, 4-5 kıyafet olsa, giy çıkar daha yorucu. Deri ceketinin içine de sığınmış.
Sizinle örtüşen tarafları var mı Behzat Ç.’nin?Haksızlığa
karşı hezeyanları, aşağı yukarı bana benziyor. O konuda hiç tahammül
edemiyorum, gözümü karartıp direk gidiyorum olayların üzerine, haksızlık
karşısında. Bu bana çok zarar da veriyor.
Behzat Ç. bitecekse üçüncü sezon uygundurSizce seyirci bıkmadığı sürece dizi devam etmeli mi?Behzat
Ç. için bunu söylemek çok acayip, bilmiyorum. Bazıları diyor ki, “5-10
yıl devam eder”, edebilir. Çünkü çok acayip bir kalem var. Yazar hâlâ
aklını kaybetmedi (gülüyor), hâlâ mantıklı şeyler yazabiliyor, yapımcı
hâlâ aklını kaybetmedi! Yazıldığı ölçüde gidebilir ama bir taraftan da
lezzeti damakta bırakmak var. Bana soracak olursan, 3. sezon uygun bir
sezondur.
Arada bir de film yaptınız...Bir tane daha yapacağız.
Bu sezondan sonra mı?Evet. Emrah (Serbest) üçüncü kitabı yazıyor.
Behzat Ç. İstanbul’da çekilseydi, nasıl olurdu?Şehrin
rengi farklı. Ankara’nın rengi biraz daha gridir, biraz daha puslu bir
havası vardır. Zaten havası karakterlerin üzerine de sinmiştir. Ruhu
burasıdır bu işin.
Eşim Elvin bazen hoşuma gitmeyen
şeyler söylese bile, her daim dinlerim onu. Objektif bir bakışı var bana
karşı. Kavgamı ederim ama yine onun söylediğini dinlerim.Kasım ayında bir oğlumuz olacak
Sizce seyirci bu dizide ne buldu?Bu
bir takım oyunuydu, herkes üzerine düşen görevi layıkı ile yerine
getirdi. Genç çocuklar rollerini o kadar benimsediler ki, o heyecanları
bana da heyecan kattı. Üç senedir devam eden tuhaf bir iş haline geldi.
Her yıl kendini değiştiren, geliştiren, olaylar karşısında yavaş yavaş
kimyası değişen bir karakter oldu. Tutmasının en büyük sebebi, bizim
samimiyetimiz tabii ki. Özverimizi gösterdiğimiz samimiyetimiz. Biz de
seviyoruz, o kadar ki rollerimiz bebeklerimiz gibi. Onları büyüttük.
Geçtiğimiz iki sezonda eşiniz Elvin Beşikçioğlu da rol aldı, bu sezon yok galiba?Yok çünkü bir oğlan gelecek, ona bakacak.
Eşinizle aynı sette olmanız, konsantrasyonunuzu bozmuyor muydu?Elvin
benim sınıf arkadaşım. Elvin’le beraber büyüdüm. “Benim mahalle
arkadaşım yok” diyorum ya, benim tek mahalle arkadaşım Elvin...
Öyle bir karakteri oynayacağım ki görünce “vay be” diyeceksinizCanlandırmayı istediğiniz bir karakter var mı?Var fakat şimdi söyleyemem. Ama gördüğünüz zaman “vay be” diyeceksiniz.
Türk mü yabancı mı...Türk tabii ki. Bir döneme damgasını fena halde vurmuş birisi.
****** mü yoksa?Benden ****** olmaz da, İsmet (İnönü) olur belki. Siyasi değil, ama siyasileri altüst eden bir herif.
Tiyatronun dut yemiş bülbül kafasından kurtulması gerektiğine inanıyorumStüdyoCer’in başındasınız, burada neler yapılacak?StüdyoCer,
Türkiye’de bir ilk. Konservatuar ve dengi okullarında okuyan
öğrencilerin sahne deneyimi kazanması amacıyla oluşturulan ve
Halkbank’ın sponsorluğunda gerçekleştirilen bir proje. Biz burada,
“Tiyatro budur, kulis budur, bu şekilde yapmanız gerekiyor”u anlatmaya
çalışıyoruz. Bir anlamda onlara staj imkanı sağlıyoruz.
Öğrenciler “Hayvan Çiftliği”ni sahneliyorlar. İlk oyun için zor bir tercih değil miydi?Kolayı
herkes yapar... Üç aylık sürede “Hayvan Çiftliği”ne hazırlandılar, çok
hoş bir maceraydı. Ben tiyatronun dut yemiş bülbül kafasından kurtulması
gerektiğine inanıyorum.
Dut yemiş bülbül kafası nedir?Salona seyirciler gelir, efendi efendi oturur, oyunu seyreder, sonra süzülür çıkar.
Ben
tiyatroyu bundan biraz kurtarmak gerektiğini düşünüyorum. Mesela
CerModern binası eski bir depo, bu mekanın seyirci üzerinde bir enerjisi
var. Mekanların enerjisini seyirci üzerinde kullanmak istiyorum. Uygun
oyunlar bulup, mekanları sahne haline getirmek istiyorum. Belki metro ya
da havagazı fabrikası... Tiyatroyu salonlardan çıkartıp havalandırmak
gerekiyor.
Ben de karakola düştüm, huzuru bozmaktan ceza bile yedimFutbol oynadınız mı?Çok istedim, ama boyum çok uzun diye hep kaleye aldılar beni. Sıkıldığım için basketbol oynadım.
Sizin için “karizmatik” diyorlar.Böyle söylendiği zaman çok sıkılıyorum, kaçasım geliyor.
Ne tür müzik dinlersiniz?Bir
yere gittiğimde rock dinlemeyi severim. Yalnız kaldığımda caz, klasik
müzik dinlerim. Evde hiç müzik dinlemiyorum, çünkü ev tamamen sessizliğe
büründüğüm yer.
En son hangi kitabı okudunuz?Elvin bir kitap verdi, Haruki Murakami’nin “1Q84”. Okuyorum okuyorum bir şey anlamıyorum, saçma sapan haller içerisindeyim.
Okuyacağınız kitabı eşiniz mi seçiyor?
“Bunu okuyacaksın” der, tavsiye eder... Evdeki düzeni o kurar.
Kılıbık mısınız?
“Düzeni seven” diyelim. Kılıbık dedi ya! (gülüyor) Evdeki düzeni kadın sağlar. Kadın sağlamazsa o düzen olmaz...
Hiç karakola düştünüz mü?Evet,
düştük. Huzuru bozmaktan ceza bile yedim. Mevzu da şu: Biri fotoğrafımı
çekmek istedi. “Çekme, ben 657’yim (devlet memuru), internette, sağda
solda saçma sapan fotoğraflar çıkıyor sonra” dedim. Ama o inat etti, ben
engel olmak isteyince makinesi yeri düştü, karakolluk olduk.
VATAN-Şule TÜRKER